top of page
Search
  • Writer's pictureDogan Can K.

1966 YAPIMI BLOW-UP (CİNAYETİ GÖRDÜM) FİLMİNE DÖNÜP SAYGI DURUŞUNDA BULUNUYORUZ

Michelangelo Antonioni’nin en bilinen ve sevilen filmlerinden biri olan; Türkçe’ye “Cinayeti Gördüm “ adıyla çevrilen Blowup, kelime anlamı olarak bir fotoğraf büyütme tekniğidir. Filmin konusu da bir fotoğrafçının parkta rastgele çektiği görüntülerde bir cinayete tanık olmasıdır. Başrollerde David Hemmings, Vanessa Redgrave, Sarah Miles, John Castle ve Jane Birkin’in yer aldığı filmin senaryosu filmdeki İngilizce diyalogları yazan Edward Bond ile birlikte Antonioni ve Tonino Guerra tarafından yazıldı. Film dram ve gerilim olarak geçse de aslında psikolojik sanat filmi niteliğindedir.




Blow-up’ın hikayesi, bir fotoğrafçının (Hemmings), bir kadının (Redgrave) karıştığı (veya karışmadığı), cinayetin fotoğraflarını kaza eseri çekmesi ve bununla birlikte bir gerçeklik sorgusu içine düşmesi hakkındadır. Tipik bir Antonioni filmi olarak Cinayeti Gördüm’ ün hikâyesi, öyküsel bir anlatımı takip etmez. Çehov tarzı bir durumu anlatısıdır. Filmin ana karakteri Thomas, altmışların Londra’sında zengin ve ünlü bir fotoğrafçıdır. Bir gün şans eseri bir parkta iki aşığa rastlar ve onların fotoğraflarını çeker. Bu arada kadın tarafından fark edilir. Koşarak fotoğrafçının yanına gelen kadın umutsuzca negatifleri almaya çalışır fakat Thomas kadını reddeder. Kadın, Thomas’ın stüdyosunu nasıl olduysa bulur, fotoğrafları almak için para hatta vücudunu teklif eder. Bu olay fotoğrafçının şüphelenmesine ve filmleri incelemesine neden olur. Resimleri büyütür (filmin özgün adı olan Blowup, İngilizcede fotoğrafı büyütme işlemine verilen addır.) bu işlem resim karesinde silahlı bir adamı belli belirsiz açığa çıkarır. Resimleri tekrar tekrar büyütür. Artık iyice grenliliği artan, siyah/beyaz karedeki gizlenmiş silahlı adamı ve yerde yatan cesedi görmüştür. Thomas, sonunda cesedi, parkta çalıların dibinde bulur ancak şanssız ve de sürpriz bir şekilde yanında fotoğraf makinesi yoktur. Film, Thomas’ın cinayeti kanıtlama çabalarıyla devam eder. Bir arkadaşının da tanık olması için uğraşır, ancak ceset artık orada değildir bu arada stüdyosundaki resimler de ortadan kaybolmuştur. [Tanıtım bülteninden]



Filmin hikayesinden daha çok ana fikri önemli aslında. Gerçek – hayal çatışmasını genelde durağan bir akış ile perdeye yansıtmak elbette ki yönetmenin ve oyuncuların başarısından kaynaklanıyor. Filmin ilk dakikalarından itibaren ele alacak olursak, giriş sekansı bir grup pandomimcinin bir araba üzerinde İtalya sokaklarında gülüşüp, insanlara sataşmasından oluşuyor. İlk başta Cadılar Bayramı izlenimi uyandırıyor fakat aslını filmin sonunda öğreniyoruz. O hareketliliğin ve gürültünün içinde sessiz sedasız fabrika olduğunu varsaydığım bir yerden işçiler çıkıyor. Başkahramanımız Thomas da aralarında elinde bir poşet ile yürüyor. Thomas arkadaşları ile vedalaştıktan sonra etrafına temkinlice bakıyor ve yürüyor. Diğer planda üstü açık lüks arabasıyla gittiğini görüyoruz ve pandomimciler bu sefer Thomas’ın önünü kesiyor ve para istiyorlar. Thomas ise gayet mutlu bir şekilde arka koltuktan aldığı parayı uzatıyor ve o sırada arka koltuktaki fotoğraf makinesini görüyoruz. İlerleyen planlarda sekreteri olduğunu anladığımız bir kadınla kod ismiyle konuşuyor.

Stüdyosuna vardığında sekreterini, yardımcısını ve birkaç kadını görüyoruz. Stüdyo alanında ise bir kadın fotoğraf çekimi için onu bekliyor. Çekimlere başlamadan önce ayakkabılarını çıkardığı ayrıntısını görüyoruz. Bu işini çok sevdiği anlamına gelebilir. Fotoğrafını çekmeye başladığı kadınla yakın temaslar kurarak kadını kendinden geçiriyor ve daha iyi pozlar elde ediyor. Burada fotoğrafını çektiği kadınların ona hayran olduğunu zannediyoruz ki yanılıyoruz. Bir başka sahnede kendisinin fotoğrafını çekmesini isteyen iki kadını tersliyor. Sonraki sahnelerde anlıyoruz ki kadınlar Thomas’ın peşinden koşmuyorlar. Tam aksine başkarakterimizin bastırılmış cinsellik sorunu var ve filmde gördüğümüz her kadınla bir ilişkisi var. Bunu da yine bir arkadaşının evinde kalan kız arkadaşıyla olan iletişiminden ve modellerin ona çekimlerde zorluk çıkarmasından anlıyoruz. Fotoğraflarını çekerken profesyonel mankenler ona sert ve acımasız davranıyordu. Burada aslında gerçek yaşamındaydı ve gerçekten de hiçbir kadın ondan hoşlanmıyordu. Hatta bu kızlar fazla da alımlı değillerdi. Karşısına çıkan ve fotoğrafını çekilmesini isteyen iki genç-güzel ve alımlı kızı ise apatik olarak kendisi şemasını çizdi. Cinsel açlığını böyle tatmin etmek istedi.



Thomas her zaman uğradığını anladığımız antikacıya (antikacının sahibi kızla aralarındaki iletişimden bunu çıkarıyoruz) yakın bir parka gidip fotoğraf çekmeye başlıyor. Bir çifti takip edip romantik dolu anlarını fotoğraflıyor. Bunu fark eden kadın ondan fotoğrafları silmesi için yalvarıyor fakat Thomas kabul etmiyor. Sonradan aynı kadın stüdyoya gelip fotoğrafları silmesi için para dahil kendi bedenini bile teklif ediyor. Bundan şüphelenen Thomas gizlice negatiflerin bir kopyasını alıp diğerini kadına veriyor. Kadın ile tam fiziksel temasa girecekken o sırada kurye, Thomas’ın antikacıdan aldığı büyük bir pervaneyi getiriyor. Bu da Thomas’ın farklı zevkleri olduğunu kanıtlayan ve ayrıca yine cinsellik sorununu irdeleyen olaydı.

Thomas kopyasını aldığı fotoğrafları banyo ettirip her yere astı ve her birine dikkatlice bakmıştı. Fotoğrafları büyütüp tekrar baktığında ise eli silahlı bir adam ve cesedi gördü. Bu olanları beraber fotoğraf kitabı yaptıkları arkadaşına söylediğinde ise inanmadı. Olay yerine gidip baktığında ceset aynı yerdeydi fakat yanında fotoğraf makinesi yoktu. Kanıtlamak için tekrar parka gittiğinde ceset yerinde yoktu. Hemen ardından gelen ve final sahnesi olan pandomimcilerin sessizlik içinde tenis oynama sahnesi ise en çarpıcı anlardan biriydi. Çünkü ellerinde bir top ve raket olmamasına rağmen hayali olarak tenis oynuyorlardı. Ayrıca topa vuruş sesleri de geliyordu. Zaten bu sahne filmin en vurucu belki de sinema dünyasının en vurucu sahnelerinden olabilir. Ana kahramanımız da öyle bayanlar ve öyle bir cinayet olmamasına rağmen tıpkı gerçekmiş gibi bu olaylarla eğlenmişti. Yönetmen Antonioni bu noktada çok ince bir dokunuş ve metafor yaratmış.

İlk başlarda karakterimizin fotoğrafları banyo yaptırması gibi rutin işlerini izlemek garipsenmemeli. Çünkü burda filmin finaline gönderme yaparak yalnızlık-hayatın monotonluğu ve ruhsal çöküntü duygusunu bizlere aktarmış.



Öncelikle filmin yapım aşamasını ele almak istiyorum. En İyi Özgün Senaryo adaylığına sahip oyun yazarlığı yapan Edward Bond ile yanına bir de çoğu filminde beraber çalıştığı Tonino Guerra’yı alıp filmin senaryo ekibini kurmuştur. Filmdeki Thomas karakteri, 60’ların ünlü fotoğrafçısı David Bailey’in kariyerini temel alır. Ayrıca David Bailey Thomas karakteri için önerilen isimlerden biriydi. Blow-up’ın senaryosu da buna göre şekillenmiştir. Federico Fellini, Vittorio De Sica gibi İtalyan yönetmenlerin de yapımcılığını yapan Carlo Ponti bu filmin de yapımcılığını üstlenmiştir. Antonioni, Kızıl Çöl (İl Deserto Rosso) filminde beraber çalıştığı vev Woody Allen’ın da görüntü yönetmenliğini yaptığı Carlo di Palma’yı görevlendirmiştir. Filmin müziklerini ise ABD’li caz piyanisti ve bestecisi Herbie Hancock’a yaptırmıştır. Filmin bir sahnesinde The Yardbirds grubu da bir şarkıyla eşlik ediyor. Antonioni’nin Jane rolü için ilk tercihi İsveçli oyuncu Eva-Britt Strandberg idi, ancak oyuncuyu MGM patronları istemediği için rol Vanessa Redgrave’e gitmiştir. Filmde kullanılan fotoğraflar Don McCullin tarafından çekilmiştir.

Çekim tekniğine baktığımızda genelde uzun planlar kullanılmış ve kısa planlara az yer verilmiş. Genel ve boy plan ölçekleri sıklıkla kullanılmış. Filmin renklerine baktığımızda ana renkler doğal ve sade olarak kullanılmış. Parktaki çimlerin soluk durduğunu düşünen Antonioni çimleri boyatmıştır. Çoğunluk olarak film iç mekanlarda geçse de asıl olaylar dış mekanlarda yaşanıyor. İç mekanlar, monotonluğu ve içsel sıkıntıyı; dış mekanlar ise kendini ifade etmeye çalıştığı hayal ya da gerçek dünyayı yansıtıyor. Filmin bütününe baktığımızda ise diyalog az yer kaplıyor.

Resmi kaynaklarda dram ve gerilim filmi olarak gözükse de aslında tam bir psikolojik sanat filmiydi. Yönetmenimizin Blow-up’ı tamamen sanatsal kaygıyla (her ne kadar MGM Stüdyoları yapımcılığını üstlense de) çektiğine inanıyorum. Hatta sansür yasasına uymayıp ilk kez bir kadın vücudunun çıplak gösterildiği İngiliz film olarak da tarihe geçmiştir. Kısacası hikayesiyle, oyuncu ve teknik kadrosuyla, görselliğiyle usta yönetmen Michelangelo Antonioni görsel ve ruhsal haz yaşatmış.

KAYNAK:

9 views0 comments

댓글


bottom of page